Read the English translation here.
Gece üzerimizi örtmüş, hava sonunda biraz olsun serinlemişti. Zar zor hareket edebildiğim yoğun Ağustos sıcağında bütün gün sadece biraz karpuz yiyebilmiş, ancak bu saatte karnımın açlığını hissetmiştim. İsmail Abi’nin bahçesinden aldığım pembe domatesler aklıma geldi.
Bir şeyler hazırlayıp yemek için klimadan en fazla 3-4 dakika uzaklaşabilecek takatim vardı. Hemen, biraz yeşillik, biraz peynir, biraz zeytinle güzel bir tabak hazırladım. Kendime hazırladığım en basit tabakların bile bir estetik kaygısı olur. Hayatta olduğumu kendime hatırlatmak istercesine bir özen göstermeye çabaladığımdan olsa gerek.
Güzellik detaydadır derler ya, hayatın anlamını bu geçici güzelliklerin taşıdığına inanırım. Bu yüzden de gece 11’de, sadece kendim görüp tadacağım atıştırmalık tabağının gözüme güzel görünmesi, baktıkça bakasım gelmesi, benim için bir özsaygı pratiğidir. Çünkü ‘sadece ben’ deyip geçiverdiğimiz o “ben”, belki de gününü kurtulabileceğimiz tek kişidir.
Önce pembe domateslere elimi attım, bir bir kokladım. Ne fazla yumuşak, ne fazla sert, eğri büğrü şekilli, mükemmel renkte ve tam kıvamında bir domatesi seçip tezgâha çıkardım.
İki dilim ekşi maya ekmeği tavaya ısınmaya bıraktım. İçi ısınmış, dışı da hafif kızarmış olmalıydı. Domatesin suyunu çekebilmeli, damağımı acıtmamalı, şeklini az çok koruyabilmeli.
Zeytinyağı, şişko şişko domates dilimleri, biraz daha zeytinyağı ve maldon tuz ile ekmekleri hazırladım. Peyniri de yanına dilimledim. Öyle bir domatesti ki, onu baş kahraman olarak onurlandırmak için böyle minimal bir yaklaşım gerekiyordu kanımca.
Yazın en sıcak günlerinden birinde, maksimum hareket kapasitemi doldurmuş olarak, tabağı kucağıma aldım, kanepede ayaklarımı uzattım. İtiraf etmeliyim ki, tabağa bir süre boyunca gurur, hayranlık, heyecan ve sevinçle baktım. Daha ekmek ağzıma yaklaşırken domatesin kokusu burnuma doldu. Gözlerimi yumup ilk ısırığı aldım.
O anda dedim ki, ne olur, ne olur öldüğümde beni toprağa öylece bırakın. Bırakın karışayım şu kokuya, karıncalara, güneşin ağzına. Belki böylece ben de bir ihtimal bir gün, pembe bir domates olurum. Ve ben de yaz güneşinin altın sularıyla dolar, buram buram toprak kokarım.
Ve eğer ben de böyle bir yaz domatesi olursam, birisi beni ekmeğine koyar da, gözlerini kapayıp bir ısırık alıp da böylesine tat alabilirse yaşamaktan; boşa yaşanmamış bir hayat olur benimki de. Yaptığım yapabileceğim en güzel hizmet olur belki de.