Toprak Elli Adamlar
Yıllar önce yazdığım bu yazı, belki bir dua, belki de bir aşk mektubuydu. Paylaşabilmem için sanırım zamanın biraz serinletmesi gerekti.
– Yusuf Abi, ağaçlarla konuşmayı ne zaman öğrendin?
– Yeğenim biz aynı topraktan değil miyiz? Ayni dili konuşuruz.
Elleri toprak olmuştu zaten Yusuf Abi'nin.
Nasıl konuşmasın?
Yıllar evvel yine toprak elli bir adama aşık olmuştum.
Santa Fe’ye bir kaç günlüğüne arkadaşım Sarah’nın yaşadığı zen dergahında kalmaya gitmiştim. Chris’le orada tanıştım. Bir yandan sadece ve hep, olduğu şey, olduğu her şey gibi olan saf bir hâli, bir yandan da evrenin tüm sırlarını bilen gizemli bir duruşu vardı.
Sarah’ya onun enerjisinden etkilendiğimi söylediğimde, onun için ‘salt of the Earth’ (Dünya tuzu) bir adam demişti.
Bu terimi ilk defa duymuş olmama rağmen, ve Chris'i henüz çok az tanımış olmama rağmen, ne demek olduğunu anlamıştım. Yani o, topraktan çıktığı gibi bir adamdı.
Bundan beridir toprak elli adamlara, Dünya tuzu adamlara hep aşık oldum. Aşık olacağım adamı hep toprak elli adamlardan bildim, ve tanıştığım adamlarda hep toprak elleri aradım.
Böyle adamların ışığına hep çekildim. O ışığın üzerime yansımasını istedim.
O yansımada, ağaçlarla konuşabilen, bazen günlerce dağlarda dolaşan, zaman ötesini görebilen, her yudumu Dünya’nın kutuna varmış bir adamın ışığının yansımasında kendimi görmek istedim.
Chris’in ellerini gördüğümde de böyle hissettim işte. Dünya tuzu elleriyle, doğanın kelimeler ötesi lisanını duyabilen, çizgisel zaman sanılgısının ötesine değebilen bir adamdı. Onun gibi toprak eller dünya’ya dokunduğunda, var ve yok olan her şeyi görebilen ellerdi. Toprak elli bir adam bana dokunsa, sırtımda, benim coğrafyamda dolaşsa, ben de toprak olur, nehir olur ellerine kavuşurum diye düşledim.
Mesela Neruda'nın da ellerini hep böyle hayal ettim. Şiirlerini bana yazmış olsa diye düşledim. Onu okurken dağ oldum tepe oldum, deniz oldum, ova oldum, hepten aşık oldum.
Yüzünü hatırlamadığım, ama ellerinin toprak dolu çatlaklarını, çamurla, solucanla bir olmuş renklerini hatırladığım bu adamın 'ne yaptığını' sormuştum Sarah'ya. Çünkü geldiğim ve bildiğim hayatta kim'lik, ne yaptığınla, ve hatta, ne iş yaptığınla sorgulanıyordu.
'O burada yaşıyor'
Cümlesinin devamını bekleyerek ona baktım. Ama cümle o kadardı. Chris Santa Fe'de, yaşıyordu.
Zen dergahında yeni bir konaklama alanı inşaatına, bahçenin taş duvarlarını dizmeye, doğru yerlere doğru çivileri çakmaya, bostanın ekilip biçilmesine, yani bu merkezin yaşamının genişlemesine yardım ediyordu. Bir yandan da çoğu gündüz ve akşamüstü meditasyon oturmalarına geliyor, konuşmalara katılıyordu.
Dağ tepe dolanan, dostları kaktüsler, çiçekler, yılanlar, kertenkeleler olan bu gibi adamların cebinden çıkacağı üzere, kendi yaptığı ballı bir merhem çıkarmıştı cebinden kahvaltıda. Bu Chris'in 'yaptığı şey'lerden birisiydi. Ellerini sertleştiren, yara yapan aynı taş ve topraktan yine o yaralara şifa olacak merhemi de elde edebileceğini biliyordu.
Yani sadece toprağa nasıl dokunacağını değil, toprağın da ona nasıl dokunabileceğini bilen bir adamdı.
Zehirin ve panzehirin aynı kaynaktan geldiğini bilen Chris gibi toprak elli adamlar, hiç bir şeye aşırı tepki vermezler. Deneyimlerini iyi veya kötü olarak tanımlamaz, keskin yargılardan uzak dururlar. Yaşam döngüsünün yüceliğinin bilincinde kendi yerini ve hiçliğini bilir, alçak gönüllüdürler. Tıpkı geldikleri ve dönecekleri toprak misali, kendisine sunulan ne olursa olsun kabul etmeyi, ondan beslenmeyi bilirler.
Toprak elli adamlar, her varlığın kendi içinde hem ışığı hem karanlığı, hem yaşamı hem ölümü barındırdığını bilirler. Gelip geçici günlerin gelip geçici hengamelerine takılmaz, adeta kendilerine ait bir zaman şeridinde akar, dünyayı seyrederler. Gözlerinde asla varılamayacak ufukların davetkâr uzaklığı, ve sanki gittikçe de uzaklaşan mavileri olur. Hep varmak istediğin yeri görür, ama asla varamazsın. Çünkü ufuk hep uzaktadır, ve tabiatı gereği uzak hep davetkârdır ama hiç yaklaşılamaz. Bu yüzden hep uzağa doğru yol alabilirsin, hiç varmadan. Çaresiz de duyulsa, bu yol, bu adamların bakışlarındaki yol huzur vericidir. Varacağın bir yer olduğu inancıyla bu yol hem hasret, hem vuslat yoludur. Çünkü vuslat duyacağın, varacağın bir yer olduğunun vaadi, yolun kendisini varacağın yer yapar. O yolda hep hasrette, hep vuslatta olursun. Zaman yok olur, an kalır.
Geçmiş veya gelecek, adeta asırlardır yolda olan bu adamların ilgilerini çekmez. Bu halleri, vurdumduymazlık veya önemsemezliklerinden değildir. Aksine, olmakta, oluşmakta, dönüşmekte olan her ana ve her hâle merak duyuşlarındandır. Onların bu duruşu, her anın eşsiz var oluşuna ve eşsiz yok oluşuna şahit olabilmenin şükür ve saygı duruşudur.
Bu yüzden benim de toprak elli adamların yanında hâlim değişir. Her anın tılsımına şahit olmak ister, tümüyle, bütünüyle ben olur, genişlerim. Beni yok eden ve aynı zamanda beni ben yapmakta olan rüzgarı, ağacı, batan güneşi kapsarım. O zaman ben, toprak elli adamın bakışlarında her an ırmak olabilir, zeytin olabilir, dağdaki keçi, duvardaki sinek olabilir, veya okyanus olup kayalarla doyasıya sevişebilirim. Ve gün olur toprak elli bir adam bana dokunursa kenarlarım sınırlarım yok olabilir, topraklarım sularıma, rüzgarlarım göklerime, tabiatım tabiata kavuşabilir...
İşte ben bu yüzden toprak elli adamlara hep aşık oldum, hep aşık olurum.