Yağmur Dindikten Sonra
Görmeden de varlığına yemin edebileceğim bazı şeylerden ölüm hakkında öğrendiğim bir şeyler var. Her yeni kadeh rakısını temiz kadehte içmeyi seven dayıma ithafen...
Yağmur dindiğinde nereye gider?
Bilim bize, var olan bir şeyin yok olmayacağını söyler. Var olan bir enerji ancak dönüşebilir, fakat yok olamaz. Yok olmaz, ve mutlaka dönüşür. O halde dinen yağmur, gökte yağmurken, toprağa düştüğünde, gökten yok olmuş gibi göründüğünde, neye dönüşür?
Yağmur, tanımı gereği yalnızca yağarken yağmurdur. Peki yağdıktan sonra, yağmur 'dindikten' sonra neye dönüşür? Nerededir?
Yağmur toprağa düştüğünde, damlalar sızılarak, bölünerek genişler ve yayılır.
Yağmur, gözle görülen haliyle kendisini değil, yağdığı yeri dönüştürür.
Eğer dikkatle ve tüm duyularınızla bakarsanız, yağmur değdiği yerde görünür olur.
Yağmur besleyendir, berekettir, değdiği yere hayat verir, ümit verir, hayata tutunacak kuvvet ve güven verir. Vericidir. Cismine tutunamazsın, tutunursan yağmadan önce ve yağdıktan sonra onu görmeyi, duymayı bilemezsin. Yani yağmur yok olmaz, dönüşür, dönüştürür.
Bu yüzden dikkatli bakanlar ağaçta, tarlada, çimende, çilekte, çayda, giydiği kıyafette, yazdığı kağıtta, daldığı nehirde, sonbahar esintisinde yağmuru tanır, hatırlar, onu hissedebilirler.
Hele yağmur sonrası bir çam ormanında yürüyüşe çıkarsınız, öyle bir koku sarmıştır ki etrafı, insana nereden geldiğini, nereye gittiğini unutturur. Yağmurdur bunu duyularımıza hatırlatan, bizi o ormana yakınlaştıran. Yağmur, dokunduğu yeri, dokunduğu anı dönüştürür.
Morga neden gitmek istedim, tam olarak bilmiyorum. İsteğim onu 'son bir defa görmek' değildi. Daha ziyade, onun bu bedenini terk etmiş olduğunu görmek, bu fiziksel bedenin artık o olmadığını görmek istedim. Ruhunun bu beden içindeki ızdıraplı hapsinin bitmiş olduğunu, artık özgür olduğunu görmek istedim. Onu bu zamana kadar içinde tanıdığım bedenine teşekkür ve veda etmek istedim.
Yağmur, yalnızca yağarken yağmurdur.
Yağmur toprağa, toprak yağmura kavuştuğunda, hayatın kendisine karışmış olur.
Hep sorulur ya, 3 ay, 5 ay ömrün kaldığını öğrensen ne yapardın, diye. Kimisi seyahatlerden bahseder, partiler düşünür, hep görmek istediği yerlere gitmek, hep yemek istediği yemekleri yemek, paraşütle uçurumdan atlamak, bir şekilde daha evvel vakit yaratmadığı ‘o hep yapmak istediği şey’i yapmak ister.
Dayım, Yağmur dayım, böyle arzularda bulunmadı. Hiçbir deneyime, henüz tatmadığı veya bilmediği bir şeylere koşmadı. O her zamanki gibi yaşamaya, ailesiyle vakit geçirmeye, koltuğa uzanıp Kelimelik oynamaya, Pazartesi aile yemeklerine gitmeye, çekirdek çıtlatıp Galatasaray maçlarını seyretmeye, ailede herkesin her işine koşmaya, yardım etmeye, kim ondan ne rica ederse yapmaya, herkesin gönlünü hoş tutmaya devam etti. Onun için yaşamaya değer hayat zaten yaşadığı idi. Yaşıyorum, yaşadım demek için daha öteye çabalamadı.
‘O hep yapmanın hayalini kurduğu şey,’ buydu zaten. Kimisine göre mütevazi, fakat kimisine göre paha biçilemez bir hayat.
Büyük konuşmalar yapmadı, acısını kimseye hissettirmemeye çabaladı. Kimi zaman sessiz sakin köşeye çekilip uzandı, kimi zaman telefonuyla oyalanarak saklandı. Bizler etrafında türlü duygularda savrulurken, o yine hepimizin huzurlu sakin limanı oldu. İçkime, sigarama dokunmayın, dedi bir tek. Ona da dokunduk tabi, bir ihtimal diye.
Morgdaki bedene bakıp dayımı aramak, dinen yağmuru hala gökte aramaktı.
—
Onunla, son Haziran’ında, araba kullanmaya çıkmıştık. Ankara’da uzun uzun dolandık, yeni ehliyetimin acemiliğini atmama destek olmak için benimle gelmişti. O kadar sakindi ki, beni güvenle sarıp sarmaladı, sanki korumaya aldı beni o gün varlığıyla. Belki hayatımda ilk kez bu kadar uzun baş başa vakit geçirdik. Sanırım, annemin bu buluşmayı ayarlamasındaki asıl neden de birbirimizi, çok geç olmadan, biraz daha yakından tanımış olalım istemesiydi. Önümüzdeki bahar, hep birlikte Konya’ya gidelim, diye plan yaptık arabada sohbet ederken. İkimiz de bunun olmayacağını bilmemize rağmen, artık vaktimizin olmadığı bir seyahati hayal gücümüzle bir nevi yaşattık o anda.
Bu sırada çok da ufak olmayan bir hatayla, trafikte birilerini sinirlendirdim ve arabalarından inip pencereme kadar geldiler. Bağırıp çağırmaları arasında dayım sakinliğini koruyup, konuyu hızlıca kapattı. ‘Olur böyle şeyler, çok güzel gidiyorsun, sen devam et’ dedi.
O günden beridir arabada zaman zaman yalnızken dayım gelir oturur yanıma. Bazen durup dururken nasıl güzel sarıldığını hatırlarım.
‘Sadece sağ aynaya bakmayı unutuyorsun, onu unutma,’ demişti. Sağ aynaya bakmakta dayım var şimdi. Sağ aynada dayım gülümsüyor bana, koruyor beni. Ve böyle böyle, onu yaşıyorum, farklı bir halde. Böyle böyle, dönüşüyor gelişleri, sarılışı, öğrettikleri. Ve böyle böyle, devam ediyor sevgisi ve onu sevmek. Yağmur sonrası çam ormanı kokusu gibi, hal değiştirmiş olsa da, inkar edilemez varlığıyla dokunuyor hayatıma.
Bana hep, ‘Dünyanın en güzel yeğeni nasılmış?’ diyerek sarılırdı ve o an dünyanın en güzel yeğeni olduğumdan şüphe etmezdim. Beni gerçekten seven birisinin sarılışının, şüphe bırakmayan sevgisinin bana nasıl hissettirdiğini ondan öğrendim. Bu yüzden, hala daha tökezlediğimde, bana ‘çok güzel gidiyorsun, sen devam et’ dediğini duyuyorum. Ve ona güveniyorum, hiç şüphe etmeden.
Dünyanın en güzel sarılan dayısına, bir kadeh kaldırıyorum bugün.